John Grierson ve “İngiliz Belgesel Okulu”
“İngiliz Belgesel Okulu”nun kurucusu John Grierson’dır. Onun ortaya koyduğu ilkeler, yetiştirdiği öğrenciler ve kendinden daha sonra gelen belgeselcileri derinden etkilemiştir (Rotha, 2000: 24). John Grierson, belgesel sinemanın temel prensiplerini ve nasıl algılanması gerektiğini göstermiştir. John Grierson, belgesel sinemanın bir sanat eseri gibi görülmemesi gerektiğini savunmaktadır. Çünkü belgesel öncelikle bir iletişim biçimidir ve sosyolojik bir araç olarak modern dünyanın karmaşıklığını anlaşılır kılmalıdır. Bu bağlamda belgesel, sanatın hizmetinde olmak zorunda değildir. Bunun yerine belgesel; ekonominin, politikanın, ideolojinin ve ahlakın hizmetine girmelidir. John Grierson’ın yaklaşımları onunla aynı dönemde film yapan S. M. Eisenstein ve Robert J. Flaherty’i de derinden etkilemiştir. Nitekim Robert J. Flaherty, kısa bir süre de olsa, İngiliz Belgesel Hareketi içinde yer almış ve John Grierson’ın yapımcılığında film çekmiştir (Akbulut, 2012: 22). John Grierson, İngiliz hükümetinden aldığı destekle ilk filmi Balıkçı Tekneleri’ni çeker. Filmde, Kuzey Denizi’nde ringa balığı avlayan balıkçıların yaşamı konu edilmektedir. Adalı’ya göre; “John Grierson yaklaşım olarak, dramatik iletişim araçlarıyla ve yorum yaparak yola çıkmanın bireyleri ortak bir duygu ve düşünce ortamına götürebileceği, bunun da uygar yaşamın karmaşık yönlerini değerlendirmede toplumsal yarar sağlayabileceği yönündedir” (1986: 47). Kuzey Denizi’ndeki ringa balığı avcılığının öyküsünü anlatan Balıkçı Tekneleri görüntülerin ritmik bindirmesi, biçimsel kurgu tekniğiyle avangart bir yapımdır. John Grierson, Balıkçı Tekneleri filminden sonra İngiliz Belgesel Hareketi’nin temellerini şekillendirir (Rotha, 2000: 75). John Grierson’ın öncülük ettiği okulda öne çıkan isimler şu şekilde özetlenebilir: Basil Wright, Arthur Elton, Edgar Anstey, Stuart Legg, Paul Rotha, Harry Watt, Alberto Cavalcanti, Humphrey Jennings, Benjamin Britten ve Robert J. Flaherty (Akbulut, 2012: 24).
“İngiliz Belgesel Okulu”nun ilkeleri şu şekilde sıralanmaktadır:
- Bizler sinemanın çevresini gözlem ve hayatın içinden seçim yapabilme kapasitesinin yeni bir yaşamsal sanat formu olarak kullanılabileceğine inanıyoruz. Stüdyo filmleri çoğunlukla gerçek dünyayı kadraja alma imkanını gözardı etmektedir ve yapay arka planlarla sergilenen hikayeler fotoğraflanmaktadır. Belgesel ise yaşamdan hikayeleri ve sahneleri sergiler.
- Bizler orijinal (veya yerel) oyuncu ve orijinal (veya yerel) sahnelerin modern dünyanın ekran yorumu için daha iyi rehberler olduğuna inanıyoruz. Onlar sinemaya müthiş bir kaynak sunarlar. Onlar gerçek dünyanın karmaşık ve şaşırtıcı oluşumlarına, stüdyonun yapay sahnelerinden ve stüdyo makinistinin yaratıcılığından daha fazla yorum gücü verirler.
- Biz ham olarak alınan materyalin hikayelerden daha uygun (felsefi yaklaşımda daha gerçekçi) olduğuna inanıyoruz. Doğal mimiklerin ekranda özel bir değeri vardır. Sinema geleneğin biçimlendirdiği veya zamanla yıpranmış bir hareketi canlandırmak için sansasyonel bir kapasiteye sahiptir. Kameranın diktörtgen kadrajı hareketi açığa vurur, ona zaman ve mekanda maksimum görüş kazandırır. Bunlara ek olarak belgesel samimi bir bilgi arşivi toplar, stüdyonun yap boz mekaniği ve şehirli aktörlerin yorumları için bu etki imkansızdır (Aktaran McLane, 2012: 16).
Bu ilkeler ışığında John Grierson, tüm hükümet kuruluşlarından bağımsız, kendine ait bir “documentary center” kurar. Başka bir deyimle, protestan kökenli ve çağdaş İngiliz dünyasının endüstriyel mirasını vurgulayan belgeseller üretir. Onaran’a gore; “John Grierson, Bela Balasz’ın doktrinine uyarak, belgeselin estetikten çok toplumsal misyonu bulunduğunu, asıl işlevin de bu olduğunu; ancak bir sanatçının bu yönelime, gerekli yaratıcı sıcaklığı ve soyluluğu getirebileceğini vurgulamaktadır” (1999: 118). Uysal’a göre; “John Grierson, bireysel yaşamın artık gerçekliğin tipik örneği, kesiti olamadığını düşünür. Ona göre, onun yakınmaları karmaşık ve kişisel olmayan güçlerin yönettiği bir dünyada hiç önem taşımaz. Ve kendine yeterli bir dramatik figür olarak bireyin modası geçmiştir” (2012: 168-169).
Robert J. Flaherty, bireyleri konu alan filmler çekerken, John Grierson çoğunlukla politik ve toplumsal öykülere yönelmektedir. Bu yaklaşım[1] sonraki dönemlerde Amerika’da “Dolaysız-sinema” olarak da isimlendirilen film türünün temellerini oluşturacaktır.
[1] “1951’de Muhafazakar hükümetin ‘Crown Film Unit’i dağıtma kararını alması ve ardından Humphrey Jennings ve Lindsay Anderson’un ‘Özgür Sinema’ (Free-cinema) grubunu kurmalarıyla birlikte Grierson’un düşünceleri eski etkisini kaybeder. Katı, didaktik, ideolojik anlatım biçimi yerini daha şiirsel, daha duyarlı, daha az soğuk ve sıradan insanların bireysel gerçekliğine daha yakın bir anlatıma bırakır. Bu evrede çevrilen İngiliz belgeselleriyle zaman zaman heyecana, alaya, hatta hicive ve fantaziye yer veren uzun metraj İngiliz filmlerinin ana konusu savaştır (kahramanlık eylemleri, deniz maceraları, Kraliyet Hava Kuvvetleri ve kara ordusu hizmetiilerinin yaşamları vb)” (Betton, 1993: 62).
Kaynakça
Adalı, Bilgin. (1986). Belgesel Sinema. İstanbul: Hil.
Akbulut, Durmuş.(2012). Belgesel ve Deneysel Sinema. İstanbul: Etik.
Betton, Gerard. (1993). Sinema Tarihi: Başlangıcından 1986’ya kadar. Çev., Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim.
Mclane. Betsy. A. (2012). A New History of Documentary Film. London: Continuum.
Parkan, Mutlu. (2004). Brecht Estetiği ve Sinema. İstanbul: Donkişot.
Rotha, Paul. (2000). Belgesel Sinema. Çev. İbrahim Şener. İstanbul: İzdüşüm.
Uysal, Saydam, Ömer. (2013). Sinema Estetiğine Giriş. İstanbul: İkinci Adam.